3.Sayı

Küresel İklim Değişikliği (Krizi!)

Doç.Dr. Abdulkadir BEKTAŞ

T.C ÇEVRE,ŞEHİRCİLİK VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BAKANLIĞI

İklim Değişikliği Başkanlığı Başkan Yardımcısı

Abdulkadir Bey! Küresel iklim değişikliği bir kriz olarak tanımlanıyor, bu krizin neresindeyiz ve neler yapabiliriz?

Son yıllarda iklim değişikliği sorunu küresel bir çevre problemi olarak görülmenin ötesine geçmiş, ülkelerin kalkınma ve refah seviyelerini etkileyecek önemli bir risk olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. İklim değişikliğinin insan sağlığına ve üretkenliğine; tarım, ormancılık ve turizm faaliyetlerine vereceği zarar düşünüldüğünde, ekonomiye olumsuz etkisinin küresel ölçekte çok büyük olacağı öngörülmektedir. İklim değişikliği (krizi) ile mücadele, 21.yüzyılda insanlığın önündeki en büyük zorluklardan birisi olarak değerlendirilmektedir. Gerek Birleşmiş Milletler gerekse bilim insanları; dünyanın iklim değişikliğinin kötü etkilerinden kaçınmak için küresel sıcaklık artışını, Sanayi Devrimi’nin yaşandığı 1750 yılına kıyasla 1,5 dereceyle sınırlamamız gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Dünyanın o dönemden bu yana 1,1 derece daha ısındığı iddia edilmektedir. Bu, kulağa çok gelmeyebilir ancak küresel ısınma konusunda başlıca uluslararası kuruluş olan IPCC (BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli)’ye göre, ülkeler ısınmayı durdurmak için harekete geçmezse, dünyamız “yıkıcı bir değişimle” karşı karşıya kalabilir[1].

Halihazırda iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden birisi ise ülkemizin de bulunduğu Akdeniz Havzasıdır. Avrupa ve Akdeniz Havzası’ndan 43 ülkenin yer aldığı Hükümetler Arası Akdeniz İçin Birlik Kuruluşu’nun hazırlamış olduğu ve 600 bilim insanının çalışmalarının aktarıldığı rapora göre, Akdeniz Havzası’nda sıcaklık artışı dünyanın diğer alanlarına göre daha yüksek gerçekleşmektedir. Raporda, Sanayi Devrimi öncesindeki döneme kıyasla dünyanın diğer bölgelerindeki sıcaklık artışı ortalama 1,1 derece iken Akdeniz Havzası’ndaki ortalama sıcaklıklar zaten 1,5 santigrat derece artmış durumdadır[2]. Bu da bize tehlikenin tahmin edilenden daha yakın olduğunu söylemektedir!

İnsanlığın ısı artışını bu düzeyde tutabilmek için bir an önce, toplumsal yaşamın her alanında çok hızlı, çok kapsamlı ve daha önce örneği görülmemiş değişiklikler yapması gerektiği aşikardır.

Sayın Bektaş, iklim değişikliği ifadesini biraz açar mısınız?

Dünyamız; bugüne kadarki tarihi boyunca ( yaklaşık 4,5 milyarlık bir periyotta ) iklim sisteminde, milyonlarca yıldan on yıllara kadar tüm zaman ölçeklerinde doğal etmenler ve süreçlerle birçok değişiklik yaşamıştır. Günümüzde sözü edilen küresel iklim değişikliği ise, “fosil yakıtların yakılması”, “arazi kullanımı değişiklikleri”, “ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri” gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda, yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri” ifade etmektedir.

Yeryüzünde ve atmosferde tutulan ısı enerjisi, atmosfer ve okyanus dolaşımıyla yeryüzünde dağılır ve uzun dalgalı yer radyasyonu olarak atmosfere geri verilir. Bunun bir bölümü, bulutlarca ve atmosferdeki sera etkisini düzenleyen sera gazlarınca soğurularak atmosferden tekrar geri salınır. Bu sayede yerküre yüzeyi ve alt atmosfer ısınır. Yerkürenin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu sürece doğal sera etkisi denmektedir. Sera etkisi olarak adlandırılan ve yüz milyonlarca yıldan beri yerküremizin ısı dengesini düzenleyen ve de dünyamız için yaşam ortamı oluşmasını sağlayan bu doğal süreç olmasaydı, dünya da yaklaşık 30 derece daha soğuk bir yer olacak ve yaşam için elverişli bir ortam sunamayacaktı. Bilim insanları, sanayi ve tarım faaliyetleri nedeniyle ortaya çıkan sera gazların daha fazla ısıyı dünyada tutarak sıcaklıkların yükselmesine, iklim ve hava koşullarının değişmesine ve bir dizi zincirleme süreci de tetikleyerek doğal sera gazı etkisinin daha fazla hissedilmesine neden olduğunu söylüyor. Bu durum iklim değişikliği ya da küresel ısınma olarak tanımlanmaktadır.

Peki sera gazı etkisi nedir?

Isınmayı en fazla etkileyen sera gazı, su buharıdır. Ancak su buharının atmosferde kalma süresi yalnızca birkaç günle sınırlıdır. Bununla birlikte karbondioksit (CO2) çok daha kalıcı niteliğe sahiptir. Mevcut miktarın okyanuslar gibi doğal rezervuarlar tarafından emilerek, sanayileşme öncesi düzeylere geri döndürülmesi için birkaç yüz yıllık bir zaman geçmesi gerekmektedir. İnsan kaynaklı CO2 emisyonlarının büyük bir bölümü fosil yakıtların kullanımından kaynaklanmaktadır. Karbon emen ormanların kesilmesi, çürümeye bırakılması ya da yanmasıyla birlikte tuttukları karbon da açığa çıkmakta ve bu da küresel ısınmanın artmasına yol açmaktadır.

Sanayi Devrimi’nin yaşandığı 1750’li yıllardan bu yana, CO2 düzeyleri de yüzde 40’dan fazla artış kaydetmiştir. Atmosferdeki CO2 birikiminin en az 800 bin yıldır ulaştığı en yüksek düzeyde olduğu hesaplanmaktadır. Sanayileşme dönemi öncesinde atmosferdeki karbondioksit (CO2) oranı 200 ile 280 ppm (milyonda bir birim) civarında iken bugün bu değer %50 artarak 420 ppm değerine ulaşmıştır.

Sayın Başkan, karbon-nötr, net sıfır emisyon, iklim nötr” gibi ifadeleri sık sık duyuyoruz, bu ifadeleri biraz açar mısınız?

Karbon nötr olmak“, net sıfır karbondioksit emisyonu elde etmeyi ifade eder. Bir kişi veya kurumun havaya saldığı karbon emisyonlarını (CO2) dengelemesi yani havaya verilen karbondioksit miktarına eşdeğer karbon salımına engel olacak projeler gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu da havaya verilen bir ton karbonun, bir başka alanda aynı miktarda azaltım yaparak ‘dengelenmesi’ demektir. Bunun için güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve çalışmalarını sertifikalandırmak, dünyanın çeşitli yerlerinde karbon azaltma projelerine yapılan yatırımları destekleyen karbon kredileri satın alınması ve benzeri faaliyetler  “karbon nötr olmak” yolunda atılacak önemli adımlar olarak görülmektedir.

Net sıfır emisyon; doğaya verilen insan kaynaklı sera gazı emisyon miktarı ile doğa tarafından emilen emisyonların eşit olması hali olarak tanımlanmaktadır. Aslında, net sıfır, atmosfere yeni emisyon eklemediğimiz anlamına gelir. Yoksa emisyonlar devam edecek, ancak atmosferden eşdeğer bir miktar emilerek dengelenecektir. Temizleyebildiğimiz kadarını kirleteceğiz bir diğer anlamda. Burada önemli olan ve karbon- nötr olmaktan önemli bir farkı da tüm sera gazı emisyon türlerinin kapsama alınmış olmasıdır.

Bir sonraki aşama ve en önemli hedefimiz ise “iklim nötr” olmak. İklim nötr, tüm sera gazı emisyonlarının sıfırlanması anlamına gelmektedir. Yani, havaya verilen tüm emisyonların dünyamızın doğal emilimi yoluyla ortadan kaldırılan emisyonlara eşit (veya daha az) olacak şekilde dengeleyerek net sıfır sera gazı emisyonu elde etme demektir. En ideal olanı budur.

Sayın Bektaş, sizce iklim değişikliğinin temel nedenleri nelerdir?

Fosil yakıtların kullanılması, kentsel faaliyetlerle ortaya çıkan emisyonlar, tarımsal atıkların yakılması gibi tarımsal faaliyetler, endüstriyel emisyonlar, çölleşme, orman alanlarının yok edilmesi, yanlış arazi kullanımları gibi insan kaynaklı pek çok eylem, atmosferdeki sera gazlarının tahammül edilebilir sınırların üzerine çıkmasına sebep olarak aşırı ısınmaya sebep olmuş ve iklim değişikliği sürecini hızlandırmıştır. Fosil ve biyokütle yakıtların yakılması, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının en büyük kaynağıdır. Gübre kullanımı ve naylon üretimi, diazot monoksit ve buzdolabı ile klimalar, florine sera gazı emisyonlarını artırmaktadır.  Arazi kullanımı değişiklikleri de iklim sistemini önemli ölçüde etkilemektedir. Tarım amaçlı kullanım için arazi açılması, koyu renkli yüzeyin miktarını artırmakta ve sonuç olarak gelen güneş radyasyonu yansımaktan çok emilmektedir. Arazi açılması ayrıca, ormanların tahrip edilmesi nedeniyle, karbondioksiti tutan ve depolayan ağaç ve bitkilerin azalması anlamına gelmektedir. Şehirleşme, şehir ısı adalarının, yani şehirlerde çevrelerine göre daha sıcak alanların oluşmasına yol açmaktadır.

İklim değişikliğinin etkileri nelerdir?

İklim değişikliğinin dünyada çok büyük değişikliklere yol açması kaçınılmazdır. İlk aşamada ortaya çıkan küresel ortalama sıcaklıklardaki artış, başta yağış rejimlerinde düzensizlikler olmak üzere küresel iklim sistemlerinde çeşitli değişimlere yol açmakta, bu değişimler tatlı su kaynaklarının azalmasına, pirinç, mısır, buğday gibi temel gıda ürünlerinin yetiştirilmesinin tehlikeye düşmesine ve sel, fırtına ve sıcak hava dalgaları nedeniyle görülen can kayıplarının artmasına neden olabilmektedir. Ayrıca, deniz seviyesi yükselebilir ve bazı canlı türlerinin soyu tükenebilir.

Doğal yaşam alanlarının, canlı türlerinin uyum sağlamasından daha hızlı bir şekilde değişmesiyle birlikte bazı bitki ve hayvan türlerinin yok olacağı tahmin ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü, sıtma, suyun kirlenmesinden kaynaklı rahatsızlıklar ve yetersiz beslenme gibi etkenlerin milyonlarca kişinin sağlığını tehdit edebileceği uyarısını yapıyor.

İklimdeki değişiklikler, bitki örtüsünü ve kara hayvanlarını da etkilemeye başlamıştır. Bitkilerin olması gerekenden daha erken çiçek açtığı, bitkilerin meyve verme zamanlarının değiştiği ve hayvanların yaşadığı alanların da değişime uğradığı görülmektedir.

2020 de dâhil olmak üzere son altı yıl, kaydedilen en sıcak altı yıl oldu3. 2020’deki sıcaklığın etkilerini Afrika ve Asya’da geniş sahalarda şiddetli yağmur ve yoğun selden ve yine 2020’deki muson yağmurlarının Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu birçok ülkede büyük sellere, baraj çökmelerine, toprak kaymalarına ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine yol açmasından görebiliyoruz.

Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere, zarardan en çok etkilenen ülkeler listesinde kendine yer buldu. Fransa’da ise 1980’den beri aşırı hava olayları ve jeofiziksel olaylar nedeniyle 23.415 kişi hayatını kaybetti. Bu rakam ülkeyi Avrupa ülkeleri arasında birinci sıraya yerleştiriyor. Ajans bu ölümlerin nedenlerinin %68’ini “Klimatolojik-Sıcaklık Dalgası olayları” olarak sınıflandırırken %28’ini ise deprem ve toprak kaymaları gibi “Jeofiziksel olaylar” olarak sınıflandırıyor.

Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency-EEA) tarafından yayımlanan verilere göre ise iklim değişikliği ile bağlantılı sel, kuraklık, sıcak hava dalgası gibi aşırı hava olayları, 1980 ve 2017 yılları arasında Avrupa genelinde yaklaşık 453 milyar avroluk ekonomik kayba neden oldu.

Avustralya’da, 2019’un haziran ayında başlayan orman yangınları, 2020’nin ortasına kadar sürdü. Felakette 500’ye yakın kişi yaşamını yitirdi, 1,25 milyar hayvan telef oldu.

2020 yılında tarihteki en yıkıcı sel sezonlarından birine tanık olduk. Seller, birçok ülkeyi kasıp kavurdu: Çin, Hindistan, Nepal, Bangladeş, Japonya, Endonezya, Pakistan, Tayland, Güney Kore, Kenya, Sudan, Nijerya ve Yemen. Küresel olarak, şimdiye kadar 50 milyondan fazla kişi etkilendi.

            Avrupa’da yaşanan iki ekstra tropikal siklon, yaklaşık 6 milyar dolarlık hasara yol açtı. Hem benzeri görülmemiş bir kasırga sezonunu hem de yine benzeri görülmemiş bir yangın sezonunu geride bırakan ABD’de hasarın boyutu 60 milyar doları geçti.

Tayfunlar peş peşe kasım ayında Filipinler’i vurdu ve 3 milyondan fazla kişinin yerinden olmasına neden olan yıkıcı sellere neden oldu. 17 Kasım itibarıyla, tayfunların tarıma verdiği zarar 256 milyon dolar, altyapıya verdiği zarar ise 165 milyon dolar oldu.

Türkiye’de iklim değişikliğinin etkileri neledir?

Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun hissedileceği Doğu Akdeniz Havzası’nda yer alması nedeniyle iklim değişikliğinin olumsuz etkileri yönünden yüksek risk grubu ülkeler arasında yer almaktadır.

Küresel iklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de üst tropiklerdeki çöl iklimine benzer sıcak ve kuru bir iklim hâkim olmaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye Türkiye’ye doğru kayması. Eldeki verilere göre küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, yaz aylarında Türkiye’nin batısında sıcaklıklar 5 ila 6 derece, Orta ve Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ise 3 ila 4 derece yükselecek. Kış aylarında da sıcaklıklar 2 ila 3 derece yükselecek.

Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. 

Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de artıyor.

Artan rüzgar fırtınaları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetlerin daha sık, daha şiddetli, daha uzun süreli ve her yerde etkili olmasına neden oluyor.

 

Sayın Bektaş, iklim krizi ile mücadele önerileriniz nelerdir?

 

İklim krizi sadece küresel sıcaklık artışı ve sera etkisi nedeniyle değil ama yaşanan ve yaşanacak olan facialar nedeniyle de aslında ülke sınırlarını önemsizleştiren, bir nevi kader birliği yaratan bir hakikat. İklim krizini engellemek adına attığımız her bir adımı, kendimiz ve yakınlarımız için olduğu kadar, ömrümüzde hiç görmeyeceğimiz, on binlerce kilometre ötedeki insanlar, hayvanlar ve doğanın kendisi için de atıyoruz. İklim krizi artık birbirimizin yaşamını savunma ve mümkün kılma meselesi. Bundan dolayı bir an önce herkesin harekete geçmesi ve üzerine düşen sorumlulukları alması gerekir. Neler mi yapabiliriz?

Önce nefes ve yaşam kaynağımız ormanlarımızı koruyup, sayısını artırmamamız gerekir. Uzmanlar, orman yangınlarından sonra hızlı bir ağaçlandırma yerine planlı hareket etmenin doğru olduğunu belirtiyorlar, “Başka yerlerden getirilmiş başka türlerle yapılan ağaçlandırmalar aynı zamanda ekolojik bozulmaya yol açar” uyarısında bulunuyorlar. Ayrıca Türkiye’de 10’un üzerinde orman fakültesini olmasına rağmen, orman yangınlarıyla ilgili araştırma kurumları veya üretilmiş araştırma sayılarının çok az olduğu vurgulanmaktadır. Kısa süre içerisinde bilimsel çözüm bağlamında orman yangınlarıyla ilgili çalışan bir enstitümüzün olması gerekli görülmektedir.

Karbon kökenli yakıtların kullanımını en kısa süre içerisin de sınırlandırmamamız ve mümkünse hiç kullanılmamaları gerekmektedir. University College London araştırmacıları tarafından yapılan çalışmaya göre, küresel ısınmayı 2 derece ile sınırlandırmak için 2050 yılına kadar petrol rezervlerinin üçte birinin, doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yarısının (%49) ve kömür rezervlerinin %80’den fazlasının yerin altında kalması gerektiğini ancak 1.5 derecenin altında tutmak için ise hem petrol hem de doğalgazın yaklaşık %60’ının ve kömürün %90’ının yerin altında kalması gerekiyor.

Diğer önemli bir çözüm ise iklim değişikliğine uyum konusunda atılacak adımlar oluşturmaktadır. Etkilere uyum sağlamak, yalnızca drenaj ve su tedarik sistemlerini ve ulaşımı değil, aynı zamanda enerji tedariki ve iletişim ağlarını da kapsayan altyapıların kapsamlı bir şekilde elden geçirilmesini gerektiriyor. Daha yenilikçi yaklaşımlar; gözenekli kaldırımları içerirken, binaların yeniden tasarlanması ve halka açık alanların daha iyi drenaj kanalları ve fırtına drenajları içerecek şekilde yenilenmesi gerekiyor. Uzmanlar, yeşil alan ve bitki örtüsü eksikliğinin ve birçok alanın sel riskini gözetmeden asfaltlanmasının, birçok şehirde sorunu daha da ağırlaştırdığını belirtiyorlar.

İklim krizi ve buna bağlı olarak çevre sorunlarıyla mücadelede önemli hususlardan biri ise su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımıdır. Temiz su kaynaklarına olan ihtiyaç her geçen gün artarken, arıtılmış atık suların yeniden kullanımı büyük bir önem kazanmakta ve bu kapsamda su ve atık su yönetimi politikalarının AB’ye katılım süreci, nüfus artışı, sanayileşme, şehirleşme ve küresel gelişmeler neticesinde geliştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca bugün ülkemizde kullanılan suyun %75’in üstündeki kısmı tarımda vahşi tekniklerle kullanılıyor ve bunun sadece %1-2’si damla sulama yöntemlerinden oluşuyor. Acilen tüm tarım alanlarında damla sulama sistemlerinin hayata geçirilmesi ve vahşi tarımsal sulamadan vazgeçilmesi gerekiyor.”

Hükümetler, bu fırsatı değerlendirmeli ve sağlığımız için, dünya çapındaki her insan ve gelecek nesiller için iddialı iklim hedefleri ortaya koymalı. Çünkü, ısınmadaki en küçük bir artış gezegenimizi daha güvensiz hale getirirken son IPCC raporu, net sıfır seragazı emisyonuna ulaşana kadar gezegenin ısınmaya devam edeceğini gösteriyor. Bu etkileri tüm dünyada görmeye başladık. Hiçbir şeyin değişmeden devam ettiği referans senaryo, gezegen için felaket anlamına geliyor maalesef. Dönülemez noktaya gelmeden net sıfır vizyonunun ortaya konması gerekmektedir.

Ne yazık ki son dönemde ülkemizde bir yandan kuraklık öte yandan sellerle yoğun bir şekilde hissettiğimiz iklim krizi ; yetkililerin alarma geçmesini ve hızlı – kararlı adımlar atmasını gerektiriyor. Doğayı korumak artık sadece bizim için değil aynı zamanda gelecek nesillerimiz için de bir varoluş meselesi haline gelmiştir.Daha da  önemlisi makro ölçekte bir ekonomik meseledir. Bugüne kadar yapılanlardan çok daha fazlasını yapmalıyız, hızlı ve önemli adımlar atmalıyız ve dünyada yükselen yeni ‘Yeşil Ekonomi’nin dışında kalmamalıyız.”

 

Abdulkadir Bey, iklim kriziyle mücadelede eğitimin rolü ve önemi nedir?

İklim krizi ile mücadelemizde en önemli husus aslında yeni neslin konu hakkında bilgilendirilmesidir. Geleceğimizi kurtarmak istiyorsak geleceğimiz olan çocuklarımızı ve gençlerimizi bu önemli ve hayati konuda bilgilendirmemiz gerekmektedir. İklim krizini gerçekten durdurmak ve emisyonları hızla sıfırlamak istiyorsak, fosil yakıtlardan çıkmamız gerektiğini ve çözüm önerilerini doğru bir şekilde çocuklara anlatmalıyız.  Eğitim yoluyla bu krizlerin günümüzdeki etkilerine ve gelecekteki olası etkilerine hazırlanmalı, eğitimin ‘onarıcı’ rolünü güçlendirmeliyiz. 2022-2023 eğitim öğretim yılının başlamasıyla, yüzyılın en büyük tehdidi iklim krizinin ilk kez müfredatta yer almış olması önemli bir adım olmuştur. Ancak bu ders zorunlu değil, seçmelidir. “ Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersinin seçmeli de olsa, müfredata girmesi önemli bir gelişmedir. İklim değişikliğinin önemi konusunda öğrencileri ne kadar bilinçlendirirsek gelecek nesillere o kadar yaşanabilir bir dünya bırakmış oluruz. İklim krizinin yaratacağı sonuçların; sınıf ortamında yaratıcı bir şekilde şiirlerle, resimlerle ve drama çalışmalarıyla anlatılması büyük önem arz etmektedir. Bu yüzden, öncelikle ders seçmeli olmaktan çıkarılmalıdır. Daha sonra ise dersi güçlendirmeye yönelik atılacak adımların sadece öğrenciyi bilgilendirmek ile sınırlı olmamasına özen gösterilmelidir. Okullarda bütünsel bir yaklaşımla kültürel bir dönüşümün hedeflenmesi de gerekmektedir. Okul binalarından bahçelerine, derslerin yapılandırılmasından sosyal-duygusal öğrenme alanına kadar çok farklı parametreler gözönünde bulundurulmalı ve buna uygun planlamalar yapılmalıdır.

Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği” dersinin ortaokul müfredatında yer almaya başlamasının çevreye zarar veren ve iklim değişikliğine neden olan durumlara karşı sivil toplum hareketinin güçlenmesine yardımcı olacağını düşünüyoruz. Seçmeli dersin sadece ortaokullarda değil, ilkokul sınıflarında da müfredata girmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, ilkokul öğrencilerimiz küçük yaşta olmalarına karşın, mevsimine uymayan hava sıcaklığının, fırtınaların, aniden yağan ve sele neden olan yağışların farkında ve bu yüzden kaygılandıklarını biliyoruz. Bu nedenle, çocuklarımızın erken yaşlarda çevre ve iklim değişikliği konusunda bilinç edinmeleri çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca iklim krizi ile ilgili sadece öğrencilerin değil, ailelerinin de bilinçlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kıymetli Başkanım, iklim değişikliğiyle mücadele için bireysel olarak neler yapılabilir?

Hükümetler büyük değişiklikler yapmak zorunda ama bireyler de üzerlerine düşeni yapabilir. Tüketim alışkanlıklarımızın dünyaya, doğamıza ve biyolojik çeşitliliğe verdiği zararların bedelini çok ağır ödemeye başladık ve bu alışkanlıklarımız değişmezse ödemeye devam edeceğiz. Bilim insanları iklim değişikliğinin aşırı zarar verici boyutlara ulaşmaması için hepimizin, yaşam tarzlarımızda önemli değişiklikler yapması gerektiğini söylüyorlar.

*Enerji dostu ampuller kullanılmalı.

*Televizyonlar bekleme konumunda bırakılmamalı,

*Doğru ışıklandırma kullanılmalı,

*Geri dönüşüm ve sıfır atık uygulamalrına gerekli önem verilmeli,

*Klima yerine vantilatör kullanılmalı,

*Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı,

*Toplu taşıma araçları tercih edilmeli,

*Elektrikli araçlar ve bisiklet kullanımı tercih edilmeli.

*Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine, yürünmeli,

*Tüketiciler, uzun ömürlü ürünlere yönelmeli.

*Geri dönüştürülemeyen ambalajlarda satılan ürünler alınmamalı.

*Başta PVC olmak üzere, plastik ambalajlardan kaçınmalı.

*Şişe ve kavanoz gibi cam ürünler tercih edilmeli.

*Alışverişlerde plastik poşet kullanılmamalı.

*Cam malzemeler, organik çöplerle birlikte atılmamalı.


[1] IPCC. Proposed outline of the special report in 2018 on the impacts of global warming of 1 . 5 ° C above pre-industrial levels and related global greenhouse gas emission pathways , in the context of strengthening the global response to the threat of climate cha. Ipcc – Sr15 2, 17–20 (2018).

[2] Cramer, W. et al. Climate and Environmental Change in the Mediterranean Basin – Current Situation and Risks for the Future. First Mediterranean Assessment Report. A Prelim. Assess. by MedECC Netw. Sci. interface 5–6 (2020).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu