Eğitimde Sorunlar Ve Yasayla Belirlenmiş Amaçlar
İhsan KURT – Eğitimci-Yazar
Eğitim denince üzerine tuz basılan sosyal yaralarım aklıma gelir. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin farklı kademelerinde görev almış biri olarak edindiğim tecrübeleri, gördüğüm aksaklıkları hiçbir art niyet beslemeden, hesapsız kitapsız dile getirmeye, çözüm önerileri sunmaya, yazmaya çalıştım, kitaplar da hazırladım. Eğer eğitim tarihine bakılacak olursa eğitimin sadece lafını etmeyip ülkenin topyekûn geleceğini düşünenlerin de bu konuda çok önemli katkılar sağlamaya çalıştıklarını da biliyorum. Bütün bunlara rağmen bir eğitim sorunu artarak devam etmekten kurtulamamıştır. Örneğin eğitimin tarihi geçmişine bakıldığında liyakat bir kenara bırakıldığı için Osmanlı’nın son dönem medreselerindeki Beşik ulemalığından yakınanlar çok haklıydı. Ancak daha sonra çağımızda farklı bir yanlışta ısrar edenlerin politize âlimliğe kapı aralamalarıyla, üniversiteler bilim ve sanat merkezleri olmak yerine iş bulma yerleri olmuştur. Burada farklı akademik sıfatlar taşısalar da çoğunluğu memuriyet zihniyetinin ilerisine geçememişler, bulundukları statüye nasıl gelmişlerse kendileri de o şekilde eleman almaya devam etmişler. Böylelikle gerçekten sanata ve bilime yeteneği/yeterliliği olanların çoğunluğu dışarıda kalmış, eğitimde bu tür uygulamalar üstün beyin gücünün harcanmasına sebep olmuş, bu durumdan da ülke topyekûn zarar görmüştür. Geçmişte ortaya çıkan sorunlar sadece bu sınırlılıklar içinde kalmamıştır. Okul öncesinden yükseköğretime ve yetişkin eğitimine kadar, öğretmen yetiştirmeden ders programları ve içeriklerine, çağın gelişmişliği ve ihtiyaçlarına cevap verip vermemesine kadar çok geniş yelpazede sorunlar birikmiştir. Devletin eğitim politikalarından ve uygulamalarından gelen aksaklıklar da eğitimin sorunları içinde gösterilebilir. Aslında eğitimin sorunları sadece bu başlıklar altında sıralandığında bile uzun bir liste oluşturur. Bu sorunlar kısaca ekonomik, sosyal, psikolojik sorunlar olarak da işaret edilir.
Eğitimin sorunları bazı dönemlerde yapılmaya çalışıldığı gibi aslında kitaplık çapta ele alınması, incelenmesi, araştırılması ve çareler aranması gereken bir konudur. Bu sorunlar içerisinde ‘yasaların yeterince uygulanmaması sorunu’ öne çıkmaktadır. Bu yazıda da daha çok bu sorun üzerinde durulacaktır. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel yasasının yeterince uygulanmaması, sadece yasayla belirlenmiş olan eğitim amaçlarının yeterince gerçekleştirilememesi de bir sorundur. Eğitim uygulamalarında genelde pek dikkate alınmayan, bilerek/bilmeyerek üzerinde durulmayan milli eğitimin amaçlarının ne kadar gerçekleştirildiği/gerçekleştirilmediğini eğitimle ilgilenenler çok iyi bilecektir.
İlköğretimden üniversiteye kadar, hemen hemen eğitimin her kademesinde görev yapmış biri olarak zaman zaman kendime sormuşumdur; aslında mümkün olduğu kadar eğitimin amaçları belirli oranda iyi belirlenmesine rağmen, bu amaçlar yerine getiren, üreten, düşünen, sorgulayan “Adam” yetiştirebiliyor muyuz?
Özellikle eğitimle uzaktan-yakından ilgilenenlerin çok iyi bileceği gibi, Türk Millî Eğitimi’nin amaçlarının şimdilerde işlerliğini sürdürdüğü konusunda kaygılarım var. Yasayla belirlenen o genel amaçlar ki; Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerin benimsenip, korunmasından ve geliştirilmesinden bahseder. Ailesini, vatanını, milletini sevmesinden, insan haklarına saygı gösterilmesinden bahseder. Aynı amaçlar içinde; beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere sahip kişiler yetiştirmekten de bahseder. Mevcut eğitimde bu amaçların ne kadarı gerçekleştiriliyor?
Bu amaçların işaret ettiği kavramlardan bazılarını ayrı ayrı ele alıp, uygulanan eğitim sistemi ile karşılaştırarak sorguladığımızda, nasıl cevaplar bulunabilir, bir bakalım:
Eğitime başlayan ya da başlatılan insan sisteme bir “girdi” olarak düşünüldüğünde, bu sistemden ‘çıktı’ğında, yani mezuniyetten sonra en azından genel amaçların birçoğunu kişiliğinde davranış haline getirmiş biri olması gerekmez mi? Bir toprağa buğday ekiliyorsa buğday biçmemiz doğalken, ayrık otlarının çıktığına şahit olmamız bizi neden düşündürmüyor? Büyük eğitimcilerimiz tarafından konuya pek işaret edilmediği gibi, yönetime talip olanlar tarafından, eğitimin uygulayıcıları ve eğitim bilimcileri tarafından da bu eksiklik pek öne çıkarılmıyor.
Milli eğitimin belirlediği amaçlara uygun insan yetiştirebiliyor muyuz sorusuna doğru cevaplar bulabilmemiz için önce ‘değerler’in benimsetilmesi konusunda hangi eğitim uygulamalarının, programlarının yapıldığı sorusuna da cevaplar aranması gerekir? Eğitimin sonuçlarına ve buradan çıkan neticelere bakıyoruz: Gerçekten Atatürk’ün fikirlerini, Türk Milleti için ortaya koyduğu çaba ve çalışmalarını ne kadar öğretebildik? Yeni nesil ne kadar Atatürk İnkılap ve İlkelerine bağlı? Bu soruya doğru cevap bulmamız için, yeni neslin adı geçen inkılap ve ilkeleri ne kadar bildiği hususunu dikkate almamız gerekir. Konu ile ilgili bilgilere sahip olmadan davranış değişikliği beklememiz abes olacaktır. Çünkü yeterince ve doğru olarak inkılap ve ilkelerin kavratılmadığı ortaya çıkıyor. Toplumda görünenler, gözlenenler ve yaşananlar maalesef bu doğrultudadır.
Eğer belirlenen amaçlar doğrultusunda değil de tam tersine insanlar yetişiyorsa eğitim sistemi kendisini sorgulaması gerekir. Objektif ve bilgiye dayanan sorgulamalar neticesinde ulaşılacak olan veriler sisteme değerler katacaktır.
Önce ‘genel amaçlar’dan sapmadan soralım; millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerler in benimsetilmesi konularının davranış haline getirilmesinde, somut olarak ve devamlılık arz eden programlardan, dersten, derslerden veya herhangi bir uygulamadan bahsedebilmesi biraz zordur. Toplumun genel yapısı ve işleyişi içerisinde ortaya çıkan sonuçlar bizi bu kanıya götürmektedir. Çok değerli öğretmenlerimizin şahsî gayretleri de yeterli gelmemektedir. Eğer buna olumlu cevap verebilecek olsaydık, bireylerin işaret edilen değerleri benimsemesinin ötesinde bu ülkeye, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ülkenin kurucularına ve değerlerine “düşman” olan kişilerin eğitim sisteminden çıkmaması gerekirdi. Hatta ve maalesef bu değerlerin adının geçtiği yerlerde yadırganmaların yoğunlaşması, bunlara bulaşıcı hastalıklar gibi bakılması “düşündürücü” olmayı aşmış bir sorgulanmayı da davet etmektedir.
Türk Milli Eğitiminin amaçlarında kavramların sadece soyut ifadelerde kalması, hatta içlerinin açıkça doldurulmaması da bireylerde davranışa dönüşmeyi engelliyor. Örneğin aile, vatan, millet sevgisi, insan haklarına saygı gösterilmesi ne demektir? Bu soruların açıklanmasında ortak paydalar oluşturulamıyorsa herkes kendi anlayışınca bir yorum getirecektir, getiriyor da. Dolayısıyla bu yorumlara göre çok farklı davranışlar ortaya çıkacaktır. Örneği toplumumuzda istemediğimiz kadar çoktur. Amaçların ikinci maddesi için de benzer düşünceler söylenebilir. Hadi beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı kişiliği -yetiştirip yetiştirmediğimiz tartışılır- anladık diyelim. Hür ve bilimsel düşünme gücü, geniş bir dünya görüşü, insan haklarına saygılı, sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler yetiştirme gibi amaçlar sistem içerisinde ne kadar gerçekleştirilebiliyor? Zaten “hür ve bilimsel düşünme gücü” sağlanamadan diğer amaçlara ulaşmak mümkün değil.
Türk Milli Eğitiminin genel amaçlarının üçüncü maddesine bakıyorum. Mevcut eğitim bireyin ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirmede yeterli uygulamaları yaparak onları hayata ne kadar hazırlıyor? Hem bireyin hem toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak meslek sahibi olmalarını sağlıyor mu? Objektif bakmaya çalışıyorum. Eğitimin içinde olduğum ve daha sonraki zamanları analiz ediyorum, düşünüyorum. Sorularıma, yani eğitimde amaçların hiç değilse yarısının gerçekleştirildiğine gönül rahatlığıyla “evet” diyemiyorum.
Akıl ve ölçü sahiplerinin her türlü politik kaygıdan uzaklaşarak düşündüğünde hangi samimi cevapların, doğru tespitlerin verebileceğini doğrusu merak ediyorum. Yoksa hamasiliğe veya aynı şablon sözlere sığınarak; kuşak farklılıkları ile, hızlı gelişme ve değişmenin getirdiği çatışmalarla izah ederek işin içinden çıkmaya çalışmak problemi hiçbir zaman çözemeyecektir. İşaret edilen sosyal durumlar her çağda ve her zaman, farklı biçimlerle de olsa ortaya çıkmıştır. Bunlara sığınılarak bahaneleri haklı çıkarma çabaları hiçbir zaman eğitimde “adam” yetiştirmeyi sağlayamayacaktır. Eğitimde hamasetten hakikate dönülemediği sürece de toplumdaki çarpıklıklar artarak devam edecektir.
Temel eğitimden yükseköğretime kadar her basamakta görev yapmış biri olarak sorduğum sorulardan biri de şudur: Elbette eğitim biliminin gerçekleri doğrultusunda programlar yapmak önemlidir. Ancak Türk millî eğitimi, genel amaçlarında işaret ettiği doğrultuda adam yetiştirme konusunda, politize olmadan hangi eğitim kademelerinde hangi programları net olarak uygulamaya koymuştur? Yani eğitmeye çalıştığı insanlarının millî, ahlâkî, insanî ve kültürel değerleri benimsemesi konularında açıkça ne yapmaktadır?
Sadece bilgi depolamak, bilgilerle yüklemek, değerleri davranış haline getirmede ne derecede yeterli olabiliyor? “Adam” olmada bilgi hiçbir zaman dışlanamayacağına göre, bilgi verme yöntemlerimizde ve beklentilerimizde hangi yanlışlıkları sürdürmede ısrar ediyoruz? Sitemin işleyişine bakıldığında bu konuda daha birçok soruya verilecek cevaplar fazla inandırıcı olmayacaktır.
Kendi yaşama biçimlerimizi, hayat tarzlarımızı şekillendiren milli ve evrensel kültür kavramlarını anlamı ile birlikte ya dışladığımızdan ya da gereğince bilgilenmediğimizden beri bir sisler meydanında, sosyal karmaşa içinde dönüp durmaktayız. Birazcık “ışık” gösterilen ya da gösterildiği sanılan yanılmalarımızın peşinde dolanıyoruz. Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi eğitimi de sisler kaosu (cahillikler, yetersizlikler, saplantılar, bağnazlıklar), belirsizlikler boğmaya devam etmekte. Türk eğitimcilerinin çoğunluğu “kim ne demiş”in çemberlerinden sıyrılarak “üretme” mutluluğunu henüz tadamamışlar, bunları yapmak isteyenlere ise aşılamayan engeller çıkarılmaya devam edilmektedir. Yani eğitimin amaçlarından biri olan Hür ve bilimsel düşünme gücünü yeterince kazandıramadığımız nesiller, kendinden sonra gelenlere de doğal olarak bu amacı kazandıramıyorlar.
İletişim, kültür alışverişi bakımından dünyanın küçüldüğü yerde, “globalleşme” veya “küreselleşme” kültür zenginliğinin bilincinde olan toplumlar için insanın özünü ortadan kaldırma gibi bir durumda değildir. Aksine insanların “birbirleriyle tanışıp kaynaşması” gerçeğini ortaya koymaktadır. Önemli olanın “insan”a nasıl baktığımız, nasıl değerlendirdiğimiz ve neleri beklediğimiz değil mi? Bu da eğitimin amaçları içerisinde işaret edilmiştir. Bize düşen eğitim uygulamalarımızda bu amaçları en verimli şekilde nasıl gerçekleştiririz sorusuna cevaplar bulmak ve bunları uygulamaya geçirmektir.
Ne yazık ki güzel, faydalı amaçlar belirlemekle bu amaçlara uygun insan yetiştirmek arasında uçurumlar oluyorsa burada çok önemli bir sorun var demektir. Bu soruna sebep olan uygulamaların net olarak ortaya konması, bunlara çareler üretilmesi gerekiyor. Eğer bir toplumsal gerginlikten, sosyal rahatsızlıklardan, ulusal duyarlılıktan, bazen parçalanmışlıktan bahsediyorsak, eğitimin yapboz haline getirildiğinden yakınıyorsak, bunun en önemli sebeplerinden biri de yasayla tespit edilen amaçlarla uygulamalar arasındaki bağlantısızlıktır veya amaçlar doğrultusunda eğitim verilmemesidir. Rahmetli ninemin dediği gibi “oturduğumuz ahır sekisi, çağırdığımız İstanbul türküsü” gibi çelişkilerimizi toplum olarak fark etmemizde, benzerlerinden rahatsız olmamız için fayda vardır. Sahte tatlılıklara, hamasiliklere değil zor da olsa gerçeklere, daima gerçeklere ihtiyacımız olduğunu artık sorgulamalı ve kabul etmeliyiz. Bu da ancak eğitimde özgür ve bilimsel düşünme gücünü kazandırmaktan geçer. Bu konuda yazılacak ve söylenecek çok şey var. Ancak eğitimin işaret edilen sorununa çözüm için genel olarak ve özetle şu öneriler yapılabilir:
Belki çok sıradan bir laf gibi gelecek ama “yasalar uygulanmak için vardır” sözünü eğitim söz konusu olduğunda da hatırlatmak zorundayız. Madem 1739 Sayılı Milli Eğitim Kanunu var, eğitimde bu kanun uygulamaya geçirilmeli, hatta gerekli görüldüğü yerlerinde düzenlemeler yapılmalı, yasanın işlerliği takip edilmelidir. Eğer bu yasada eksiklikler, aksaklıklar görülüyorsa yine yasal gereği yapılmalıdır.
Eğitimde sorunların özgürce tespiti özgün çözümler üretmeye yardımcı olur.
Toplumsal geleceğin sağlam temellerini sorun üreten değil ancak sorun çözen eğitim uygulamaları atar.
Eğitim -eğer varsa- partilerin politikaları olmaktan çıkarılıp devlet politikası haline getirilmeli ki her iktidar değişikliği, hatta her bakan temelden değişikliğe sebep olan ‘sil yeni baştan’ uygulamalarını eğitim biliminin gerçekleri, getirisi-götürüsü içinde düşünmelidir.
Eğitim süreçtir. Eğitimde sıkça yapılan değişiklikler, uygulamalar eğitimin bu özelliğini aşındırmakta bireysel ve toplumsal gelişmeleri engellemektedir. Devamlılığı olmayan eğitim (sürelerle ve programlarla oynamalar, sıkça bölünen, değiştirilen uygulamalar) öğrencilerde de, eğitimcilerde de, toplumda da uyum sorunlarını ortaya çıkarır. O zaman da eğitimin yerine “kaos” geçmektedir. Bu durum da bilimde, teknolojide, sanatta, düşüncede, hukukta olan değişim ve gelişmeleri takip etmeyi engeller, hatta önler. Eğitimdeki elli yıllık gözlemlerimden de bu sonuçlar çıkmıştır.
Öncelikle yapılan ve yazılan eğitim amaçları tam anlamıyla uygulamaya geçirilmeli ki daha sonra eğitimin diğer sorunlarına gerçekçi, bilimsel çareler aranabilsin. Ancak eğitimin özgür ve özgün bireyleri insana, ülkesine ve insanlığa bilimde, teknolojide, sanatta bu kafa ile katkı sağlayabilir. Eğer eğitim konusunda samimi isek eğitimde ikinci yüzyıla başta mevcut eğitim yasasında belirlenmiş olan amaçların gerçekleştirilmesi doğrultusunda adımlar atılmalı, hiç zaman kaybetmeden eğitimin her seviyesinde uygulamalara geçirilmelidir.
Cumhuriyetin 100. yılına da bu yaraşır…