3.Sayı

100 Yıl Sonra Bilim ve Eğitimde Ne Durumdayız? – Prof. Dr. Tahir ATICI

Türkiye Cumhuriyeti Hangi Şartlar Sonrası Kuruldu?

19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında; yani dünya haritasının yeniden çizildiği bir zamanda bu zorlu coğrafyada modern bir cumhuriyet kurmak, vatanı, toplumu ve vatandaşlık bilincini geliştirerek “yurtta barış, dünyada barış” ifadesini tüm dünyaya göstermek inanılmaz bir çabanın ve başarının eseridir. Gelişmişliğin ve bilimin peşinden koşarak eğitim sisteminde kökten her şeyi değiştirerek şekillendirmek, eğitim öğretimi yoluna koymak, büyük bir öngörünün, liderliğin ve dehanın başarısıdır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk günümüzde ileri sürülen birçok eğitim kuramına o dönmede sahipti ve çoklu zeka düşünme becerileri sayesinde Türk toplumunu 21. Yüzyılda yeni bir medeniyet olarak hazırlamaya çalışmış ve gerekli temelleri o dönemde atmıştır. En büyük emanetim dediği, Cumhuriyeti emanet ettiği gençlik için bilim ve akıldan şaşmamalarını önermiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin Eğitimde Temel Amacı Neydi?

Atatürk, ne pahasına olursa olsun bilimin tüm vatana yayılması ve bilim ve fenden başka bir yol gösteriminin olamadığını belirtecektir. 1900’lü yıllarda 20. ve 21. yüzyılın üretme ve bilim asrı olduğunu öngörerek daha hızlı ve çok çalışmak gerektiğini toplumun her kesimine aktarmaya çalışmıştır. Müspet bilimin her aşamasında kadın erkek ayrımı olmadan yer almasını işlemiştir. Bu ayrımı göstermeden herkesin eşit koşullarda demokratik yönetme ve hayata katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Amaçladığı sistemde çocuklar özgürce konuşmaya, düşüncelerini duygularını olduğu gibi açıklamaya yönlendirilmelidir’. “Fikri hür, irfanı hür nesiler” yetiştirmek için bütünlüklü eğitim seferberliği başlatmıştır. Benim karakterim özgürlüktür diyen Atatürk, “özgür olmayan toplumlar gelişemez. Özgürlüğü olamayan bireyler gelişemez ve muvaffakta olamazlar, anlayışındadır.

Neden Eğitim Öncelik Alındı?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda nüfusun %96’sıne yakını okuma yazma bilmeyen, ağırlıklı olarak topraklı toprakla uğraşan bir toplumdu. Eğitimli insan gücünün varlığı, bir toplumu gelişmişlik ve önde olan ülkelerin seviyesine çıkabileceği gerçeğini bilen Mustafa Kemal Atatürk bilim ve eğitimi ülkenin en önemli gündemi olarak görmüştür. Yapılacak en doğru işin bir eğitim seferberliği çalışmasıyla kısa sürede okuma yazma seviyesini arttırılması olması gerektiğini düşünmüştür. Ülkenin her kesiminde eğitimine önem verilmiş ve okullar açılmış, okuma yazmanın kolaylaştırılması için 1928 de Latin alfabesine geçişi sağlamıştır. Bu zaman zarfında kendisi de sınıflara gideren başöğretmenlik yapmış, Türkçenin gelişmesi, yaygınlaşması ve bilim dilinin zenginleşmesi için sayısız eğitim kurumları kurulmasına öncülük etmiştir.

Sakarya’da eğitim kongresi düzenlenmesi ile savaş öncesi gelecek çizilmiş. “Eğitimde kalkınmasını gerçekleştirmeyen ülkeler esarete mahkûmdur.” Mustafa Kemal Atatürk; çağın eğitim çağı olduğunu bildiği için “eğitim-teknik ve sanayileşme bütünlüğü” esastır düsturu ile hareket etmiştir. Yeni planlanan okullar ekonomiyi kalkındıracak biçimde geliştirilmeli ve güncel eğitim uygulamalı olmalıdır düşüncesiyle 21. Yüzyılın eğitimdeki temellerini de atmıştır. Öğretmelerin de bu süreçte çağın geresinde kalmaması için “en son bilimsel bulguları araştırıp öğrenmelerini teşvik edip yeni bilimsel verileri de öğrencilere götürülmesini esas kılar.

Fen, Matematik ve Sosyal Bilimlerin Önemi

Çok az sayıda olan üniversitelerin kurulmasına ve gelişmesine büyük önem verilmiş, bir taraftan genç cumhuriyetin başarılı gençlerini dünyanın en iyi üniversitelerine yüksek eğitim için gönderirken, diğer taraftan baskıdan kaçan başarılı bilim insanları ülkesine getirterek bilime katkıda bulunmuştur. 1926 yılında bu günkü Gazi Üniversitesini temellerini muallim mektebi adıyla kurmuş ve cumhuriyetin ilk kadın ve erkek öğretmenlerini yetişmesine öncülük etmiştir. 1933 yılında Atatürk İstanbul Üniversitesinde üniversite reformunun geçekleşmesini sağlar. Zamanın en önemli filozof ve bilim kişilerini ülkeye davet eder.

Aslında o tarihlerde günümüzde çok önem arz eden ve tüm ulusların eğitim sistemlerine entegre etmeye çalıştığı 21. Yüzyıl becerileri olarak tanımlanan tüm eğitim modelleri ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Özellikle fen bilimlerinin gelecekte hem ekonomik hem sosyal yönden toplumlara katkı sağlayarak katma değer oluşturacak olmasının önemi Ülkemiz geleceği açısından kaçınılmazdır. Bu ancak okullarımızda güncel ve akılcı fen eğitimiyle mümkün alabilecektir.

Çağı Yakalayabildik mi?

İçinde bulunduğumuz yüzyılda bilimin hızlı bir ivmeyle geliştiğini görmekteyiz. Bu gelişimi tüm bilim dallarında çok net görmek mümkündür. Biyoteknoloji, nanoteknoloji, endüstriyel gelişmeler, yapay zekâ, dijitalleşme gibi alanlardaki gelişmeler geometrik olarak diğer bilim alanlardaki gelişmelerle birlikte çalışarak tıpta ve ekonomide hatta hemen her alanda topluma katkıda bulunmaktadır. Bu bilimsel gelişimin bir sonucu olarak bilgi yükü ortaya çıkmıştır. Bu bilgilerin saklanması, korunması ve doğru bir şekilde kullanabilmesi ancak veri tabanlarıyla mümkündür.

Haklı olarak; çağın gerisinde kalmamak için beşeri insan kaynağına yatırım yapılmasını, özelikle de temel bilimlerde bilimsel fikirler ileriye sürülmekte ve üretim toplumu olarak ilmin ve fennin tüm imkânlarını hem kullanmak hemde geliştirmek zorunluluğundan bahsedilmiştir. Maalesef bugün fen bilimleri alanında hedeflenen yerin gerisinde oluğumuz için teknoloji üretiminde daha ileri seviyelere geçememekteyiz. 

Son 70 yılda ülkemizin ciddi bir eğitim ve bilim politikası ve amacı tam olarak çizilememiş ve izlenme de yapılamamıştır. Ülkenin ve insanımızın gündeminde maalesef bilimin sıralaması çok geri sıralardadır.

Neden hedeflerimize ulaşamadık?

Türkiye Cumhuriyeti 1930’lı yılların başında eğitim alanında genel olarak kurumsallaşmasını tamamlayan, modern üniversite programını kuran ve alt yapısını o günün şartlarına göre yapısını maalesef yüzyıl sonra bugün o arzulanan büyük hedeflere erişemediği görülüyor.

Çeşitli dış etkenler sorumlu tutulmakla birlikte hem batı ülkeleri, hem Rusya (o zamanki Sosyalist Sovyetler) hem de Japonya ve Uzak Doğu ülkeleri soğuk savaş döneminde teknolojik açıdan ilerleme kaydetmişlerdir.

Türkiye’nin kalkınması bilimsel ve sosyal politikalarda istenilen planlamalar yapılamamış özelliklede ikinci dünya savaşından sonra durma noktasına gelmiştir. Cumhuriyet kuruluş evresindeki düşük nüfus yoğunluğu, zayıf ekonomi ve yetersiz eğitim düzeyine rağmen çok daha başarılı sonuçlar yaratmışken, günümüzde halen sanayileşememiş olmamız, gelişme yönünde beklenenin gerisinde kalmış olmamız soğuk savaş kadar diğer başka unsurların etkilerini de düşünmek ve tartışmak gerekir.

Mevcut potansiyelimizi iyi kullanarak düşünen, sorgulayan, araştıran ve üreten bireyleri özgür eğitim kurumlarında yetiştirerek toplumumuzu ve ülkemizi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine taşımak zorundayız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu