1.Sayı

“Zamanın Ruhu-Zamanın Ruhsuzluğu” İkilemi Ve Eğitim – Ümit CENİK / Eğitimci-Yazar

Tanıl Bora, bir yazısında zamanın ruhu kavramını şu şekilde tanımlamıştır. Bir zaman dilimine hâkim olan düşünme ve hissetme tarzını, zihniyeti anlatır. “Kolektif şuura ve şuur dışına kadar yayılabilen bir ruhsal iklim”

Genius saeculi, yüzyılın/çağın ruhu: 18. Yüzyılda Latince olarak litaretüre giren bu kavramı, Filolog Klotz 1760’da şöyle izah etmiştir. “Belirli bir çağa mahsus olanı anlamayı sağlayacak zaman aşırı ölçütlerin ve kavramsal araçların neler olabileceğine vurgudur.” Filozof Herder, 1769’da yazdığı bir makaleyle bu zaman-aşırı yoruma itiraz ederek,” belirli bir zamana mahsus olan, o zamanın mahiyetini tayin eden bir tinsel gücün varlığına” işaret etmiştir. Herder’in Latincesinin yerine kullandığı Almancası, Zeitgeist, başka dillerde de Almanca zikredilen bir kavram olarak yerleşmiştir.

Herder, Zeitgeist’ı eski zamanların tecrübelerinden süzülüp gelen ve insana-topluma gelecek zamanlar için yol gösteren bir manevî güç olarak düşünür. Sıradan insan değil ama aklı eren kişi, zamanın ruhunun taşıdığı gücü kavrayabilir ve onu kullanabilir: “Bilgenin itinalı emin eli, doğru zamanlamayla zamanın ruhuna yön verebilir” – ve ekler: “ama ilke olarak ona teslim olmalıdır.” 

Yukarıdaki tarihsel tanımı bugüne uyarladığımızda, zihnimizi zorlayan bir soru çıkıyor karşımıza. “Zamanın ruhu” kavramsallaştırması; modanın/popüler kültürün kutsanmasına, özgürleşme vaadiyle modern köleliğin inşasına, “kendin için yaşa ve kendini hep öncelikle” sloganıyla ve kişisel gelişim sosuyla birey zorbalığına, sosyal medya eliyle beğeni bağımlılığına, yazılı olmayan yeni toplumsal normların inşasına ve beraberinde de kural tanımazlığa kılıf olarak kullanılıyorsa,  yeni bir yol haritası ile mi dünyayı ve bugünü okuyacağız?  

Zamanın ruhu olarak dayatılan klasörün içinde; -dijital otoriterlik,  metaverse üzerinden sanal hakikat tartışmaları, yapay zeka üzerinden inşa edilen yeni üretim ve istihdam modelleri, yeni ilişki ve aile tanımlamaları,  iklim değişikliği ve yeşil enerji üzerinden tasarlanan üretim paradigmaları, kaygı ikliminin dezenformasyon ile sürekli diri tutulması-  gibi alt klasörler de bulunuyor.

Hep bir üst aklın gündemi / geleceği tayin edebilme gücüne kesin iman etmiş kitleler; kahvehane sohbetlerinde bile illuminati ya da tapınakçılar analizi yapmakla meşguller! Popüler kültürün, zamanın ruhunu nasıl domine ettiğine iyi bir örnektir aslında bu. Terör üzerinden oluşturulan algı da, vekâlet savaşları ile ulus devletlerin sınırlarının yeniden tanzimi de, “alan uzmanlığı” güzellemesi üzerinden kurgulan bilimsel zorbalık da, covid sürecindeki gibi yönlendirmelerle- korkularla ekonomik savaşın ve yenidünya düzenin tahkimi de, bu ” gizemli güç merkezi” algısını güçlendiren reel-politik olaylar aynı zamanda. Evet, küresel hegomanik bir yapı veya bazı kilikler mevcuttur, yakın siyasi -iktisadi tarih ve biraz uluslararası ilişki okuması yapan herkesin buna vakıf olması da gayet doğaldır. Lakin bu oluşumları yeryüzü tanrısı ilan edip mutlak otorite anlamı yüklemek, belki de tükenmekle hatta teslim olmakla eşanlamlıdır!

 “Zamanın ruhuna ayak uydurmak lazım azizim” eleştirisi geldiğinde; ana kitleyle ters düşmemek, linç yememek ya da mahalle baskısına maruz kalmamak adına sorgu melekelerimizi rafa kaldırıyorsak geçmiş olsun hepimize! Bir adım sonrası ise, “zamanın ruhuna direnmenin, akıntıya kürek çekmek olduğuna” iman etmek zaten. Sonrası ise malum! Zamanın ruhu klasörünün başlıklarına koşulsuz biat, modern dünyanın tüketim alışkanlıklarına itaat, üretim teorilerine sadakat, moda- güzellik tanımlarına serenat, teknolojik kodlara itimat kaçınılmaz oluveriyor. Beraberinde de oportünizm bataklığında debelenen kitlelerin modern köleliği, bu kavramsallaştırma üzerinden meşrulaşıveriyor.

Oysa zaman ruhsuzlaştırılıyorsa ve sanal gerçeklik, mutlak hakikat olarak servis ediliyorsa; yeni bir dünyaya uyanacağız ve o veciz sözü koro halinde tekrarlayacağız demektir, “yandı gülüm keten helva”!  Bu ihtimal; eğitimden sanata, sağlıktan modaya, beslenmeden iletişime tüm alışkanlıklarımızın resetlenmesi anlamına geliyor. Modernite resetinin şokunu atlatamamış kitlelere, yeni bir yükleme yapmak demek aynı zamanda bu!

Ulus devletler; rafine devlet akıllarını, milletleşme sürecindeki tecrübeleriyle birleştirerek küresel çetelerin dayattığı yenidünya düzenine direnmekle meşguller! Ancak süreci okuma zorluğu çeken kitlelere sürekli kirli bilgi ve kaygı pompalanmakta, sonra da eller havaya denilerek teslim olmaları istenmektedir. Hâlbuki, dayatılan bu sanal gerçekliğe ve simülasyona direnebildiği oranda varlık mücadelesinden galip çıkacak insanoğlu. Zira kadim medeniyetlerin, “bilgelik- irfan” gibi kaçış rampaları ve hatta regülasyon için tarihi referansları mevcut.

Yukarıdaki tespitlerden muradım aslında şudur. Mevcut ulusal ve uluslararası durumu doğru resmetmeden, eğitime dair yapılacak analizlerin eksik kalacağı ve eğitimcilerde savrulma yaratacağını düşünenlerdenim. Bu düşüncemi destekleyen en sıcak örnek, covid ve kapanma sürecidir! Yakın tarihte emsali görülmemiş bir kapanmayı beraberinde de kaotik bir süreci yönetmeye çalıştık ve ara formül olarak da çevrimiçi eğitime sığındık. Pandemi şeklinde tanımlanan ve de zihinlerde Plandemi  kuşkusu yaratan bu süreç, tüm alışkanlıklarımızı bir anda ters düz etmekle kalmadı. “ Pandemi, dijital otoriterleşme için bir manivelaya mı dönüştürülüyor?” sorusunu gündeme getirdi. Yaşanan ekonomik ve sosyal maliyet, tüm toplum kesimlerince muhakkak sert bir şekilde hissedildi ve bölüşüldü. Ancak, özellikle çağ nüfusunda kalıcı hasarlar bırakan bir süreç yaşandığı ve etkilerinin uzun yıllar sonra karşımıza çıkacağı konusunda tüm kesimler mutabıktır. Bariz etkilerini de her tür ve derecedeki kurumlarda görev yapan eğitimciler olarak zaten gözlemliyoruz.

Bu somut örnekten hareketle şu soruyu sıkça kendime soruyorum ve sorunun yarattığı devinim, beni kuşku ve kaygı ikliminden başka bir düşsel iklime yaklaştırıyor. Zamanın ruhu mu, ruhsuzlaşan zaman mı, itildiğimiz girdabın adı? Türk aydının kafa yorması gereken ve diyalektiğini oluşturmasını beklediğimiz flu alan tam da burasıdır. Bu ikilemi serinkanlılıkla irdemeleye, ideolojik bagajların ve ezberlerin şehvetinden sıyrılarak tüm paydaşların ve bileşenlerin görüşlerini almaya daha çok ihtiyaç var sanki! “Devran” diye de içselleştirebileceğimiz zamanın ruhu kavramı, ataların sezgisel bilgisinden süzülerek bir deyişte vücûd buluyor. Gün olur, devran döner!  

Önümüzdeki yıllar, bahsi geçen konuların sıkça ve özellikle gençler tarafından daha çok tartışılacağı bir dönemi işaret ediyor. Atatürk’ün veciz ifadesi ise daha anlamlı geliyor bu hengâmede. “Ümidim Gençliktedir”! Ümidimi her daim diri tutan da, işte bu kutlu sesleniştir…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu